Google

15 Temmuz 2007 Pazar

Çernobil

Çernobil Nükleer Santralı'nın patlamasının üstünden tam 15 yıl geçti. Çevrebilimciler faciaya yol açan santralın kapatılmasını sevindirici buluyorlar. Ancak, 1986'da yaşanan felaketin etkileri fazlasıyla görülüyor.

3 nolu reaktörün kontrol panelinde görevli memurlar... Bu reaktör, 15 Aralık 2000'de kapatıldı ve çevreciler derin bir nefes aldı...
Eski Sovyetler Birliği'nin Ukrayna ve Beyaz Rusya sınırındaki ormanlar ve terk edilmiş köylerin bulunduğu bölge geyik, kunduz, porsuk, vaşak, bizon gibi hayvan türlerinin ve beyaz kuyruklu deniz kartalı, kara leylek, yeşil turna gibi 270 tür kuşun barındığı Avrupa'nın en zengin doğal yaşam alanlarından biri.

Böylesi bir biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan yer, kuşkusuz milli park olarak korunmaya alınabilir. Ancak asıl şaşırtıcı olan, bu muhteşem doğal güzelliklere sahip alanın, 1986 yılındaki kazanın başrolünü üstlenen Çernobil Nükleer Santralı'nın çok yakınındaki "ölüm bölgesi"nde yer alması...

15 Aralık 2000'de, 15 yıl boyunca çevreye büyük miktarlarda radyasyon yayan Çernobil Nükleer Santralı'nın işletmedeki son reaktörü kapatıldı. Ama yaban yaşamının yavaş yavaş Çernobil yakınlarındaki boşaltılmış alana doğru yönelmesi, yaklaşan felaketin en açık kanıtı...

Bundan 15 yıl önce, 25 Nisan 1986'da öğle yemeğinden çıkan bir mühendis, belki yemeğin de verdiği rehavetle, bir elektrik denemesi için, RBMK tipi reaktörün "acil soğutucu sistemlerini" kesiyordu. Teknisyenler, akşam üstüne doğru, reaktörün gücünü minimuma indirmişlerdi.

Amaçları, kendi gücüyle dönen tribünlerin elektrik debisini kontrol etmekti. Ancak, bu durumda, RBMK tipi grafitgaz reaktörlerinin müthiş bir istikrarsızlık kazanacağından haberleri yoktu.

Uluslararası bir kaza: Radyoaktif reaksiyon…
Çernobil'den yayılan radyoaktif bulut kümeleri Avrupa'ya doğru yöneldi ve birçok yeri olumsuz etkiledi. Dolayısıyla, besin zinciri de bu durumdan payını aldı. Bu etkinin 50 yıl sürmesi bekleniyor. Bugün bile Bavyera Ormanları'nda yaşayan geyikler ve yaban domuzlarında yüksek radyoaktiviteye rastlandı. Dahası, Galler ve İskoçya'daki koyunlar için de durum aynı. 1986 yılında Avrupa'daki bakanlar, bu koyunları bir süre kontrol altında tutmaya karar vermişlerdi. Araştırmalardan çıkan sonuca göre, 10 ile 15 yıl arasında durum değişmeyecek. Ancak iyi bir haber de var; doğanın kendisini yenileme mekanizması o kadar iyi çalışıyor ki, 50 yıl içinde Rusya'da yetişen bir mantarı yemek çok da zararlı olmayacak.
Gece yarısı saat 1'i, 23 dakika 58 saniye geçe, ardı ardına gelen iki müthiş patlama yaşandı. Santralın 1,016 bin ton ağırlığındaki damı, bir fişek gibi gökyüzüne fırlamış; ardından da, tüm gücüyle santralın üstüne düşmüştü.

İlk patlama sırasında 31 kişi hayatını kaybetmiş ve radyoaktif bulut, ağır ağır bölgenin üzerine yayılmıştı. Açığa çıkan radyasyon korkunçtu: Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarına göre Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının toplamından 200 kat fazlaydı.

Sovyet yetkilileri, ilk başlarda felaket haberini gizlemeye çalıştılar. Kahraman itfaiye erleri, yapı içinde başlayan 30 ayrı yangınla mücadele ederken, rüzgâr radyoaktif bulutları İsveç'e kadar taşıdı. Yapılan açıklamalara göre, Stockholm'deki radyoaktif kirlilik düzeyi 15 kat artmıştı.

Ukrayna'da da resmi yetkililer suskundu. Kiev sakinleri, Pripyat'a otobüs seferlerinin kaldırılmasının şaşkınlığı içindeydiler; çünkü yetkililer bu bölgeyi boşaltmışlardı. 3 Mayıs sabahı Kiev'deki bir yerel gazetede, nükleer santralde yangın çıktığı haberi yer aldı. Şüpheli insanların zihinlerindeki soru işaretleri de ay-dınlanmaya başlamıştı, mutlaka bir felaket yaşanmış olmalıydı...

Kaza sırasında 13 yaşında olan Kiev'li gazeteci Anastasia Zanuda, "Sovyet yetkililer paniği önlemeye kararlıydı. Kent çıkışında ve her köşe başında, insanların kenti terk etmesini engellemek için polisler duruyordu. Uçakta yer bulmaksa imkânsızdı. Çünkü, hepsi parti yetkililerinin çocukları için ayrılmıştı" diyor.

Kazadan 36 saat sonra, insanlar Çernobil'den uzaklaştırılmaya başladı. Bir ay içinde 30 km'lik çember içinde yaşayan 116.000 kişi boşaltıldı ve bunlara yeni evler verildi. Ancak, birçoğu radyasyona maruz kalmıştı bile... Çoğu gönüllü 600.000 işçi, onarım ve temizleme çalışmalarına katıldı. Yapılan ölçümlerde maruz kaldıkları radyasyon, her biri için 165 "millisievert"ti... 10 millisievert insan için ölümcül dozu ifade ediyor.

Prypyat kentinde temizleme çalışmalarına katılan görevliler, ancak bir yıl sonra evlerine dönebildiler...
Santralde gönüllü olarak çalışanların çoğu, büyük acılar çekerek öldü. Patlamanın ilk saatlerinde göreve çağırılan itfaiye erlerinin vücutlarında radyasyon yanıkları baş gösterdi. Ağızlarında, dillerinde küçük yaralar açıldı ve yaralar tüm vücutlarına yayıldı. Birçoğu iki hafta içinde öldü; çinko kaplı tabutların içine konarak kalın beton mezarlara gömüldüler.

Bu korkunç kazaya rağmen Çernobil kapatılmadı ve faaliyetini sürdürdü. Ama bu uygulama, beraberinde birtakım kazalar getirdi. 1991 yılında 2 numaralı reaktörde yangın çıktı. 2000 Temmuz'unda yoğun yağışlar sonucunda 3 numaralı reaktörü su basınca, yetkililer bu bölümü tamamen kapattılar.

Birimlerin kapatılmasına rağmen, Çernobil'de güvenliğin sağlanması için sürekli bir mühendis ordusunun varlığı gerekliydi. Birimlerin kaplanmasında 250.000 ton beton kullanıldı. Böylece, 180 tonluk yüksek radyoaktivite içeren yakıt kapatılmış oldu. Şimdi, bu betonun yüzde 10'luk bölümü çatlaklarla dolu.

Çatlaklardan sızan yağmur suları, boruların dayanıksızlığı, yeni bir facianın habercisi sayılıyor. Yeni bir çevre katliamına yol açılmaması için yeni bir lahit gerekiyor. Ancak bunun maliyeti 650 trilyon TL... Uluslararası bir soruna dönüştüğünden, batılı devletlerin de 2007 yılına kadar bakım ve onarım eksiklerini gidermeye gönüllü oldukları biliniyor.

Gecikmiş olsa da Çernobil'in kapatılması, çevre gönüllülerini bir hayli sevindirdi. Çevreci kuruluşların çoğu, bu adımı, kıtayı nükleer güçten arındırmanın ilk aşaması olarak değerlendiriyor. Kazanın ardından İsveç ve Hollanda nükleer güçten vazgeçti, İtalya reaktörlerini kapadı.

Son olarak da Almanya, 2021 yılı itibariyle nükleer güç ünitelerini terk edeceğini açıkladı. Avrupa nükleer güçten uzaklaşırken (Fransa hariç), yeşillerin zaferinin çok da uzun soluklu olmayacağı belirtiliyor.

Avrupa'da güvenli reaktörler bir bir kapatılırken, Ruslar yenilerini inşa etme planları yapıyorlar ya da Çernobil tipi reaktörler üzerinde kozmetik değişiklikler amaçlıyorlar.

Kiev'de genç bir kız, yaşıtları gibi tiroid kanseri tedavisi görüyor.
Bu davranışları, tümüyle ticari kaygılardan kaynaklanıyor. Batı Avrupa'nın enerji ihtiyacının farkına varan Rusya, nükleer reaktörlerle kendi halkının enerji talebini karşılamayı, doğal gaz kaynaklarını da Gazprom yoluyla Avrupa ülkelerine ihraç etmeyi düşünüyor. Kaynaklarda, 2030 yılında bugün 29 olan nükleer santral sayısının 59'a çıkarılacağı belirtiliyor.

Litvanya'daki Ignalina güç istasyonu, tipik bir Sovyet yapımı nükleer santral... Litvanya'nın enerji ihtiyacının yüzde 85'ini karşılıyor. Ancak, ABD Enerji Bakanlığı tarafından dünyanın en tehlikeli istasyonu olarak değerlendiriliyor.

Sovyet yapımı RBMK-1500 su soğutmalı reaktörle (dünyadaki en güçlü reaktör modeli) çalışan sant-ral, tektonik hata üzerine kurulu... Sadece 1998'de, bu santralde 20'den fazla kaza gerçekleşmiş. Ancak Litvanya, bu reaktörleri hâlâ kapatmamakta kararlı.

Ucuz nükleer güce olanak tanıyan RBMK tipi reaktörler Rusya'da çok fazla kullanılıyor. Ancak birçoğunun elektrik sistemleri acil sinyaller veriyor. Uluslararası Atom A-jansı'nın sözcüleri, bu tip reaktörlerin Batı Avrupa ülkelerinde kullanılamayacağını, çünkü güvenlik tertibatının çok ilkel olduğunu belirtiyorlar. Bu arada, Avrupa'nın Rusya'ya Çernobil yerine iki yeni reaktör açması için para yardımı yapması da çok ilginç...

Uzmanlar, 5 milyonu aşkın insanın yüksek düzeyde radyasyona maruz kaldığını söylüyorlar. Radyasyonun yüzde 40'lık bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa'yı etkisi altına aldı. Ancak en çok mağdur olanlar, Beyaz Rusya'nın fakir ülkeleri. Ülkenin dörtte birlik bölümü, 264.000 hektarlık bir alan tarım yapılamaz durumda, 485 köy ise tamamen boşaltıldı.

Bir başka Çernobil mi?
Bilim adamları, Rusya'nın kuzeybatısında yer alan Deniz Kuvvetleri'ne ait Murmansk limanının ikinci bir Çernobil'e dönüşebileceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Rusya'nın ekonomik çöküşüyle birlikte, donanma gemileri ve denizaltıları emekliye ayrıldı. Nükleer güçle çalışan düzinelerce araç, reaktörlerinden ve radyoaktif yakıtlarından arındırıldı. Ancak bunlar 500.000 nüfuslu kentin çok yakınında depolanıyor. Rus yetkililer bilgi vermek konusunda çekingen davranırken, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın verdiği bilgilere göre, 150'ye yakın reaktör Murmansk'ta bekletiliyor. Sorun gün geçtikçe daha ciddi bir hal alıyor. Çünkü, Rusya'nın bu başlıkları ve atıkları doğaya zarar vermeden yok edebilecek bir bütçesi yok. Moskova'daki yetkililer, bu durumdaki nükleer maddelerle ilgili kaygının yersizliğini savunuyorlar. Sorumluluğun Rus hükümetinde bulunduğunu ve bu durumu kaldırabilecek güçte olduğunu iddia ediyorlar.
Uzmanlar, 5 milyonu aşkın insanın yüksek düzeyde radyasyona maruz kaldığını söylüyorlar. Radyasyonun yüzde 40'lık bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa'yı etkisi altına aldı. Ancak en çok mağdur olanlar, Beyaz Rusya'nın fakir ülkeleri. Ülkenin dörtte birlik bölümü, 264.000 hektarlık bir alan tarım yapılamaz durumda, 485 köy ise tamamen boşaltıldı.

Çernobil'in insanlar üzerindeki etkisi de korkunç… Temizleme çalışmalarına katılan gönüllüleri temsil eden Çernobil Sendikası, kaza sonucu ölenlerin sayısının 15.000'i bulduğunu ve yaklaşık 50.000 kişinin de sakat kaldığını belirtiyor. Sendika başkanı Viaçeslav Grişin'in verdiği bilgilere göre, 1991 yılından bu yana mağdurların sayısında 12 kat artış görülmüş.

Dahası, katlanarak artmaya da devam ediyor. Ukrayna Sağlık Bakanlığı, üçte birini çocukların oluşturduğu 3,5 milyon kişinin ciddi rahatsızlık-larla pençeleştiğini açıkladı. Çernobil'in çevre yerleşimlerindeki kanser hastalarının oranı, ulusal ortalamanın on kat üzerinde.

Kazadan bu yana, Ukrayna'da tiroit kanserine yakalananların sayısı yine on kat artmış. Birçok bilim adamı, kazanın etkilerinin yeni yeni çıktığı konusunda aynı kanıyı paylaşıyor. Çünkü, radyasyon sinsice zarar veriyor ve olaydan 10 yıl sonra tanımlanamayacak hastalıklarla ortaya çıkıyor. 20 yıl sonra bile kötü huylu tümöre ya da tiroit kanserine yol açabiliyor.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Derneği'nden Dr. Elisabeth Cardis'in önderliğindeki Dünya Sağlık Örgütü bilim adamları, Beyaz Rusya'daki Gomel'de, kaza günü dört yaşın altında olan çocukların yüzde 36,4'ünün tiroit kanserine yakalandığını açıkladılar.

Radyoaktif "Kızıl Orman"da bulunan fare kalıntılarının genetik değişime uğradıkları görüldü.
Beyaz Rusya'da yaşayan kadınların yaşam süreleri 74 yıldan 58'e inmiş durumda. 9 yıl içinde sakat doğan çocuk sayısı yüzde 20'lere ulaştı. Beyaz Rusya Sağlık Bakanlığı'nın verdiği bilgilere göre, ülkedeki çocukların yüzde 29'u kronik hasta. Çoğu uzman, bu durumdan Çernobil'i sorumlu tutuyor.

Ukraynalı bilim adamı Dr. Georgiy Lisiçenko, Dinyeper Nehri'ndeki radyoaktivite düzeyi konusunda yetkilileri uyarıyor. Bu nehir, Kiev'de ve ülkenin pek çok yerinde 30 milyon insanın içme suyunu karşılıyor; bunun yanı sıra, tarlalarda sulama amaçlı kullanılıyor.

Sadece insana değil, doğaya verdiği zararlar da çok ürkütücü. Radyasyon 1.500 dönümlük ormanı yok etmiş durumda. Bazı tür hayvanlar ya yok olmakla yüz yüze ya da genetik değişikliklere uğramış. Örneğin fareler arasındaki farklılık ürkütücü boyutlara ulaşmış.

Bu nedenlerden dolayı bilim adamları, Çernobil kazasının etkilerinin uzun dönemde araştırılması ve önlemler alınmasından yanalar. Bu kazanın, önümüzdeki yıllarda da insan yaşamını olumsuz etkileyeceği çok açık. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında yayımlanan BM Çernobil Raporu'nda, 3 milyon çocuğun tedavi görmesi gerektiğini ve birçoğunun ana karnında öleceğini vurgulamıştı.

Daha kötüsü, 7,1 milyon insanın gelecekte ciddi sağlık sorunları yaşayacağını belirtmişti. Korkunç patlamayla yayılan radyoaktivitenin etkilerinin tamamını 2016 yılına kadar anlamak biraz zor. Kofi Annan'a göre, daha kötüsü gelmek üzere...

Radyasyon

Radyasyon Nedir?

Teknolojideki çok hızlı gelişmeler sonucu üretilen çeşitli elektronik cihazların (TV, radyo, bilgisayar ve röntgen, tomografi vb. tıbbi cihazlar) yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyonun elektromanyetik kirliliğe yol açtığı anlaşılmıştır.

Radyasyon, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji emisyonu (yayımı) ya da aktarımıdır. Bilindiği gibi maddenin temel yapısını atomlar meydana getirir. Atom ise, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ile bunun çevresinde dönmekte olan elektronlardan oluşmaktadır.

Herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere "radyoaktif madde", çevreye yayılan alfa, beta ve gama gibi ışınlara ise "radyasyon" adı verilmektedir..


Radyasyonun Zararları

X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik spektrumun parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır. Ultraviyole ve X ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçalar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması iyonlaşma diye tanımlanır.

İyonlaşabilen elektromanyetik radyasyonları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur.

Maden işletme yataklarında, doğal su kaynakları içerisinde ve toprakta; gerek insan faaliyetleri sonucu, gerekse doğal olarak bulunan radyoaktif maddeler besin zincirine (bitkilere) girerek, oradan da hayvan ve insanlara geçmek suretiyle ölümle sonuçlanan çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır.

Radyoaktif kirleticiler özellikle insan, hayvan ve bitki sağlığına olumsuz etkiler yaparak çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ayrıca radyasyon, canlılarda genetik değişikliklere de yol açmaktadır. Radyasyonun etkisi; cins, yaş ve organa göre değişmektedir. Çocuklar ve büyüme çağındaki gençler ile özellikle göz en fazla etkilenen organ olup; görme zayıflığı, katarakt ve göz uyumunun yavaşlamasına sebep olmaktadır. Deri ise, radyasyona karşı daha dayanıklıdır.

Radyasyonun zararları genellikle zamanla ortaya çıkan bir etki olup, ani etki ancak atom bombalarının yol açtığı ölümler ve yüksek radyasyondaki yanmalar şeklinde kendini göstermektedir.

Geçmişte yapılan nükleer silah denemelerinden dolayı radyoaktif maddelerle yüklenmiş toz bulutları, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşerek, radyoaktif yağışlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne inmekte ve çevrenin, özellikle yüzeysel suların kirlenmesine sebep olmaktadır. 1960'lı yıllarda en yüksek seviyeye çıkmış olan radyoaktif yağışlarda, nükleer silah denemelerinin havada yapılmasının yasaklanması sonucu, 1970'li yıllardan sonra azalma görülmüştür.

Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan radyoaktif maddelerin, atmosferik hareketlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona sebep olmuştur. Bu olaydan en çok ülkemizin Çernobil'e yakın olan Karadeniz Bölgesi'nin etkilendiği tespit edilmiştir.

RADYASYONUN BİYOLOJİK ETKİSİ

RADYASYONUN BİYOLOJİK ETKİSİ

BIOLOGICAL EFFECT OF RADIATION

İsa ARSLAN

Çanbakkale 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Çanakkale

ÖZET:

Radyolojik görüntülemede kullanılan iyonizan radyasyon, klinik tanıda değerli veriler sağlayan ve aynı zamanda güçlü mutajenik etkisi olan hücre zedeleyicisidir. Radyasyonun canlılar üzerinde, hafif deri kızarıklığından başlayıp ölüme kadar giden zararlı etkileri vardır. Bu etkiler, alınan radyasyon dozu ve süresine bağlıdır. İnsanda görülen radyasyon hasarı, atomik seviyede olan etkilere bağlı moleküler yapının bozulması sonucunda oluşur.

Bu makale, alınan radyasyonun dozu ve süresine bağlı olarak, biyolojik etkilerinin yıllar sonra bile ortaya çıkabileceğini belirtmekte ve aynı zamanda insanları bilgilendirmeyi amaç edinmektedir.

Anahtar Kelimeler: Radyasyonun Biyolojik Etkisi, Radyasyonun zararları, İyonizan Radyasyon, Radyasyon Hasarı

ABSTRACT

The iyonizan radiation that is used in radiology televising supplies valuable datums and also is a cell injurement that has mutejenik effect. Radiaction has hormfill effects on living this starling from skin red spot to death. These effects deped on radiation dose and it’s time. The radiation damage of the molecul structure.

This article expresses that biyolojik cell effect of taken radiation arises ofter mony years depending an dose and time and also aims to give information.

Keywords: Biological Effect of Radiation, Radiation İnjury, İyonizan Radiation, Radiation Damage

GİRİŞ

Kaza sonucu radyasyona maruz kalan insanlarda yapılan gözlemler ve hayvanlarda yapılan deneyler sonucunda, radyasyon dozu ile biyolojik etkisi arasında belirgin bir ilişki olduğu görülmektedir. Röntgen ışınları, bulunduğu ilk yıllarda zararlı etkilerinin bilinmemesi nedeniyle hiçbir korunma etkisi olmadan yıllarca kullanılmıştır. Bunun sonucunda bazı kişiler, radyodermit nedeniyle el parmaklarını yitirmişler, bazıları katarakt olmuş, kimileri kısırlaşmış, hatta lösemi ve kanser sonucu ölenler olmuştur (Kaya, T.). Ancak günümüz korunma şartlarında, tanısal dozlarda kullanılan radyasyona bağlı ölüm sözkonusu değildir .

Radyolojik görüntülemede büyük oranda kullanılan iyonizan radyasyon klinik tanıda değerli veriler sağlar ve bazen küratif tedavi şekli oluşturur. Buna karşılık, güçlü mutajenik etkisi olan hücre zedeleyicisidir (Lipscomp M.).

Radyasyonun Hücreye Etkisi

İyonizan radyasyonun bütün şekilleri hücrelerdeki etkilerini çarpıştıkları atom ve moleküllerde elektronların yerini değiştirerek gösterir ve böylece iyonizasyon meydana gelir. Hedeflenen atoma enerji transferi veya herhangi bir kaynaktan gelen ışınsal enerji saniyenin çok küçük bir kısmında oluşmasına rağmen, biyolojik etkiler dakikalar içinde değil, yıllar sonra bile ortaya çıkabilir. İyonizan radyasyonun oluşturduğu hasar genellikle suyun radyolizisiyle oluşan serbest radikallerin indüksiyonuyla olabildiği gibi, DNA'yı doğrudan da zedeleyebilir. Serbest radikaller hücre membranları ve nükleik asitlerle birleşerek mutasyon ya da hücre ölümünü indükleyen otokatalitik reaksiyonu başlatırlar (Özalpan, A.). Işınsal enerji DNA, nükleus ve sitoplazmada değişim yaratır, kromatinlerde hasar oluşturur, mitozu etkiler ve hücreler arası iletişim bozukluğuna neden olur (Özdemir,T.).

Birkaç gün süreyle, ışınsal enerjiye maruz kalındığında, hızlı bölünen hücrelerin bulunduğu dokularda daha fazla, az sayıda bölünen hücrenin bulunduğu dokularda daha az zedelenme olur. Dokulardaki zedelenmenin düzeyini alınan doz miktarı, hücrelerin kendini yenileme kapasitesi ve oksijen etkisi belirler (Özalpan, A.).

Radyasyon sonrası oluşabilecek iki tür hasar vardır.

1- Letal hasar; onarılamayacak kadar büyük olup, hücreyi hemen ölüme götürür.

2- Subletal hasar; bir sonraki bölünmede ya da olumsuz ortam koşullarının devamı halinde gelişebilir ve uygun koşullarda onarılması mümkündür (Kaya, T).

GEREÇ VE YÖNTEM

Tanı amaçlı olarak sık kullanılan tekniklerde maruz kalınan radyasyon dozları karşılaştırıldığında, bilgisayarlı tomografi (BT) ile radyasyona en yüksek dozda maruz kalındığı dikkat çekmektedir. Yüksek dozda iyonizan radyasyonun kullanıldığı tanıya yönelik bir inceleme olan bilgisayarlı tomografi (BT) işleminde radyasyona maruz kalınan dozun fazla olma nedeni, çekim işleminin normal grafiye göre daha uzun sürmesiyle açıklandı.

Örneğin iki yönlü akciğer grafisi çekilmesi ile maruz kalınan radyasyon 0.006-0.25 mSv iken bilgisayarlı tomografi ( BT)’ de 3-27 mSv olarak belirlendi. Buna göre çalışmalarda BT incelemesinde maruz kalınan radyasyon dozunun 50 ile 500 adet akciğer grafisinin çekilmesiyle alınan radyasyona eşdeğer olduğu görüldü.

BULGULAR

Günümüzde meleği gereği radyasyona maruz kalanlarda, ilk olarak alınan doza bağlı olarak kan tablosunda ciddi geğişiklikler (lenfositler artarma, granülositlerde ve trombositlerde azalma, lökositlerde artma yada azalma ) görüldü. Rutin olarak yapılan incelemelerde radyasyona maruz kalan hastalarda ise anlamlı bir değişiklik saptanmadı.

Görüntüleme işlemi sırasında alan içine giren ve yüksek oranda ışına maruz kalan meme, timus, kalp ve özofagus gibi akciğer dışı organlardan özellikle memede kanserleşme riskinin belirgin olarak arttığı görüldü. Toraks incelemelerinde ise radyasyon riskinin, erişkinde toraks kemik yapısında aktif kemik iliğinin az miktarda bulunması ve akciğer dokusunun radyasyonun tetiklediği karsinojenik transformasyona görece duyarsız olması nedeniyle düşük olduğu bildirilmekle beraber, yaşla ve total ışın miktarıyla ilişkili bir etkilenimden de bahsedilmektedir (Çay, F).

TARTIŞMA VE SONUÇ

Tanı amaçlı radyolojik inceleme tetkikleri sonucunda radyasyona maruz kalmanın bugün bilinen anlamlı bir etkisi yoktur. Ancak radyolojik görüntülemede radyasyon riski, kullanılan inceleme yöntemine ve uygulama sıklığına bağlı olarak değişmektedir. Radyolojik inceleme ve izlemler sırasında maruz kalınan radyasyonun hastanın yaşıyla ve alınan dozla ilişkili olarak, gerek incelenen organa gerekse çevre organlara yapabileceği hasarın farkında olunması, özellikle çocuk yaş grubu ve 35 yaşın altındaki kadınlarda riskin fazla olduğunun unutulmaması, bu nedenle inceleme istenirken tanısal değerlere uyulması ve endikasyonların net olarak belirlenmesinin gerekliliği vurgulanmak istendi.

Kaynaklar

  • Çay Filiz Tıbbi Onkoloji, Ankara, 200, sf: 167-171

  • Kaya, T. Temel Radyoloji Tekniği, İstanbul, 1997, sf: 118-137

  • Lipscomp M. Environmental Diseases, Basic pathology. Philadelphia; W.B.Saunders, 1992 sf: 217-74

  • Özalpan Atilla Temel Radyobiyoloji, İstanbul, 2001, sf: 30-34

  • Özdemir T, Demiral A. Radyasyonun akciğer üzerine etkileri. Türk Onkoloji Dergisi 2001;16: sf: 36-41

Radyasyonun Zararları

radyasyon.jpgRadyasyon parçacıkları, mikroskobik birer mermi gibidirler ve önlerine çıkan malzeme içerisinde durdurulup soğurulana kadar, o malzemeye enerji enjekte ederler. Malzeme tıpkı, üzerine bir tabanca ile defalarca ateş edilen çelik bir levha gibi ısınır.

Bundan öte, radyasyon parçacıkları, yolları üzerindeki moleküler bağları kırarak, maddenin yapısında değişiklikler de oluşturur. Eğer malzeme uzun molekül zincirlerinden oluşuyor ise, ışınımın kırdığı molekül parçaları bazen de, yine radyasyon ışınlarının etkisi sonucu, gelişigüzel yerlerinden birbirlerine bağlanır. Yani radyasyon, tıpkı bir oksijen tüpünün ucundaki alev gibi; uzun çubukları bazı yerlerinden eriterek kesmekte, diğer bazı yerlerinden de, parçaları kaynak edip birleştirmektedir.

Canlı hücreler çoğunlukla, uzun protein zincirlerinden oluşur ve hücrenin radyasyona maruz kalması halinde, daha önce de belirtildiği gibi, bu moleküler bağlardan bazıları kırılır ve ortaya çıkan parçalar, gelişigüzel şekilde bağlanır. Bu moleküller artık işe yaramaz olmuştur ve tamir edilmeleri gerekir. Çünkü aksi halde, hücrede arızalı molekül yapıları birikecek, hücrenin metabolizması değişecektir.

hirosh-radiation.jpg

Nitekim hücrenin bu tür hasarları gidermek için belli bir tamir kapasitesi vardır. Hatta gelişkin organizmalardaki hücreler, molekülleri tek tek kontrol edip rastlanan hasarlıları tamir etmek yerine, tüm molekülleri belli aralıklarla, hasarlı olsun veya olmasın, parçalayıp yeniden inşa etmeyi tercih ederler. Ancak, hücrenin tamir kapasitesi sınırlıdır ve bu sınır aşıldığında, hasarlı moleküller birikmeye, hücrenin yaşam faaliyetleri etkilenmeye başlar. Örneğin kıl dibi hücreleri, dış kaynaklı radyasyona karşı ön cephede yer alırlar ve radyasyona karşı aşırı duyarlıdırlar. Dolayısıyla aşırı radyasyona maruz kalan insanların, saçları dâhil, vücutlarındaki tüyler dökülür. Keza gözün kornea tabakası, radyasyona karşı duyarlıdır; polimerizasyona uğrayarak şeffaflığını yitirir ve bilindiği gibi, buna da ‘katarakt hastalığı’ denir. Bunlar radyasyonun ‘somatik’ etkileridir.

Radyasyonun bir de “genetik” etkileri vardır. Eğer radyasyon hücre çekirdeğine ulaşacak olursa, buradaki DNA’nın yapısında bazı değişikliklere yol açar ve insanın özelliklerini belirleyen şifreyi, adeta yeniden ve gelişigüzel bir şekilde yazar. Hücrenin faaliyetlerini yöneten emir komuta zinciri değişmiştir. Hücre, aksayan faaliyetleri dolayısıyla ölebilir veya daha da kötüsü, hızlı bir üreme çabasına girerek kanserleşir. Öte yandan, eğer çekirdeği hasar gören hücre, sperm veya yumurtaları oluşturan ‘haploid’ hücrelerden birisi ise, bu hücrenin dölleyeceği yavru, yapısal bozukluklarla doğar.

Bunlar düşük miktarlardaki radyasyonun etkileridir. Radyasyonun hasar gücünün bir ölçüsü, hedefe enjekte ettiği enerji miktarıdır ve bu, ‘radyasyon dozu’ adıyla anılır. Eğer doz yüksek ise, organizma aşırı miktarda ısı soğurur ve yumuşak dokuları, bir bakıma pişer. Orta güçte bir atom bombasının düştüğü noktayı merkez alan 1 mil yarıçapındaki bir daire içinde bulunan insanın ise, pişmek gibi bir sorunu yoktur. Çünkü onca kısa zamanda yanmak için gerekli oksijeni bulamadığından, yanamayıp buharlaşır. Geride yalnızca iskeleti kalır…

1979 yılında ise, ABD’nin “Three Mile island” nükleer santralındaki ünitelerden birinde, olası en kötü kaza gerçekleşmiş, soğutucu kaybı sonucu reaktör kalbi erimiştir. Gerçi kaza esnasında ölen olmamış, çevreye fazla radyasyon salınmamıştır. Ancak 1986 yılında, Sovyetler Birliği’nin Çernobil nükleer santralındaki ünitelerden birisi aynı kazaya uğrayınca, bu seferki kaza kontrol altına alınamamıştır. Oluşan radyasyon bulutunun haftalarca, Türkiye dâhil Avrupa üzerinde dolaştığı, yağmurlarla birlikte besin zincirine ulaştığı çoğumuzun hatırlarındadır. Kazadan dolayı 30′dan fazla insanın öldüğü bilinmekte, radyasyona maruz kalmış olup da kanser riski artanlar, on binlerle ölçülmektedir. Nükleer endüstrinin imajı ağır bir yara almış, kamuoylarının nükleer enerjiye güveni sarsılmıştır.